1980’lerin sonundan itibaren yaşanan gelişmeler, “yeni dünya düzeni” veya bir başka deyişle “küreselleşme” kavramını gündeme getirmiştir. Bu kelimelerin yaygınlaşması daha çok 1994 yılında Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) kurulması ve birçok ülkenin bu örgütün kuruluş sözleşmesini imzalamasıyla gündeme gelmiştir. Bu örgütün kuruluş anlaşması gereğince, 1 Ocak 2005’den itibaren örgüte üye ülkeler arasındaki kısıtlamalar kaldırılacak, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı temin edilecektir.
Dünya ekonomisindeki yapısal değişmeler ve teknolojinin umulmadık ölçüde ilerlemesi, yeni eğilimlerin oluşmasına sebep olmuştur. Bu eğilimler, hem eşzamanlı olarak gelişmekte hem de karşılıklı birbirlerini kuvvetlendirmekte olan süreçlerdir. Gelişmiş ülkelerin sanayi ürünlerinin yanı sıra, gelişmekte olan ülkelerin ürünlerinin de uluslararası pazarlarda tüketicilerin beğenisine sunulması, ülkeler arasında sınırların giderek kaldırıldığının ve ticari ilişkilerde bütünleşmeye gidildiğinin bir göstergesidir.
Dünya, küreselleşmedeki bu konumuna, bir dizi iktisadi deneyimlerden sonra gelmiştir. Ülkeler kapalı ekonomik yapıyı aşarak, önce karma ekonomik modele, buradan da serbest piyasa modeline doğru hızla ilerlemektedirler. Küreselleşme ile birlikte ülkeler arasında sosyal, kültürel, ticari, ekonomik ve politik değişimler olmaktadır. Küreselleşme sürecinin, ülkeler arasındaki serbest ticaret bölgeleri, gümrük birliği ve ortak ekonomik birlik anlaşmalarını, buradan da ortak siyasi benzerlik de dahil kuramsal ve kurumsal yapılanmayı kapsadığı görüşü, sıklıkla vurgulanmaktadır.
Yeni Dünya Düzeni veya Küreselleşme, ulusal ve uluslararası ticarette bazı yapısal benzerlikleri gündeme getirmiştir. Küreselleşme kavramı, iletişimin küresel düzeyde ve hızlı akışı, ulusal pazarların dış ticarette serbestleşmesi, sermayenin serbestçe dolaşımı gibi olguları kullanmak için kullanılırsa hiç de yanlış bir kavram değildir (Geray,1997:37).
Küreselleşmenin etkisiyle sermaye olağanüstü bir dolaşım hızına ve geniş bir etki alanına erişmiştir. Bu eğilim, büyük sıçramalar şeklinde kendisini göstermiştir. Dikkati çeken ikinci eğilim ise teknolojik gelişme ve değişikliklerle ilgilidir. Bilgisayar ağlarının gündelik iş yaşamına girmesiyle birlikte dünyanın çehresi değişmiş ve kağıt üzerinde yapıla gelmekte olan herşey için yepyeni bir ortam sunulmuştur. Dünyanın hemen hemen bütün noktaları, sadece telefon hatlarıyla değil, fiber optik data transfer kanallarıyla, uydu haberleşme kanallarıyla birbirine bağlanmaya başlamış ve yeni bir varoluş düzlemi – Cyberspace oluşmuştur. Bu mekanda sermayenin (özellikle mali sermayenin) yerkürenin çeşitli yerlerindeki yatırım olanakları hakkındaki bilgilerini ve uluslararası dolaşımı, gece-gündüz, farklı saat bölgeleri vb. ayrımlarının koyduğu engelleri aşarak, bugüne kadar görülmemiş bir süreklilik ve hassasiyet kazanmıştır. Dünya ekonomisinde faaliyet gösteren rekabet ve/veya işbirliği içinde olan sermayeler arasındaki bağlar sıkılaşıp, karşılıklı bağımlılık artmıştır (Yıldızoğlu,1996:12).
Sonuç olarak küreselleşme; ekonomik ölçeği büyütmekte, benzer tüketiciler oluşturmakta, araştırma ve geliştirme birimlerinin çoğalması ile ürün çeşitliliğini arttırmakta, teknoloji transferlerini hızlandırmakta, küresel rekabet sonucu fiyatları dengelemekte iken, gelişmekte olan ülkelerin korumaya çalıştığı milli para, milli kültür, milli dil ve milli kaynakların korunmasını adeta imkansız kılmakta ve işletmelerin tanıtım amaçlı harcamalarını, dışsal giderlerini arttırmakta, çok para, fazla zaman ve yoğun emek gerektirmektedir (Demir,1998).